Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Davacı işçinin, işyerinden kıdem tazminatının ödeneceği konusunda verilen güvene dayalı olarak, istifa suretiyle ayrılış şeklinin kıdem tazminatını gerektirip gerektirmeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Güven sorumluluğunun Türk Pozitif Hukuku'nda özel bir kanuni düzenlemesi bulunmamakla birlikte;Türk Hukuk Öğretisinde dürüstlük kuralından hareketle bir olayda güven sorumluluğunun gerçekleşebilmesi için şu şartlar aranmaktadır: Olayda bir “güven” unsuru bulunmalı, zarar gerçekleşmeli, yaratılan hukuki görünüme güvenin pozitif olarak korunması anlamında geçerlilik sonucu bağlanmamalı, zarar ile yaratılan hukuki görünüş arasında nedensellik bağı söz konusu olmalı, başka hukuki kurumların uygulama alanına giren herhangi bir durum söz konusu olmamalı, hukuki görünüşü yaratan kimse kusurlu olmalı, kişinin haklı güveni, yani olayda iyiniyeti bulunmalıdır (Oğuztürk, Burcu(Kalkan): a.g.e., s.268).
Güven sorumluluğu olabilmesi için, BK. 36/2.maddesinde olduğu gibi, bir “hukuki görünüşe haklı güven olgusu-Rechtsscheinhaftung” söz konusu olmalıdır(Oğuztürk, Burcu(Kalkan): a.g.e., s.271).
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı işçinin istifa dilekçesi ve işverene hitaben yazdığı diğer dilekçelerin içeriğinde, işveren temsilcisinin davacı işçiye, onbir yıl çalışma süresine tekabül eden kıdem tazminatının ödeneceği konusunda taahhüdünün bulunduğunu belirtmiştir. Ayrıca Fransa Büyükelçisinin, İsviçre Büyükelçisine cevabi nitelikteki 22.09.2005 tarihli mektubunun içeriğinde ise, işveren temsilcisinin kişisel olarak davacının tazminatlarının ödenmesi için gerekeni yapacağına dair söz verdiğini, ancak yasal metinler ve idari dairelerin, sözlü vaatlerden daha ağır bastığını ifade etmiştir.
Görüldüğü üzere, davalı işverenin beyan ve davranışları, davacı işçide istifa ettiği takdirde kendisine kıdem tazminatının ödeneceği konusunda haklı bir güven oluşturmuştur.
Öte yandan, onbir yıl çalışan bir işçinin işyerinden ayrılmasını gerektirecek herhangi bir neden yokken, beklenmedik şekilde iş sözleşmesini feshetmesi ve bu feshin tazminatlarından vazgeçecek şekilde işten kendi isteği ile ayrılma (istifa) şeklinde gerçekleşmesi de, hayatın olağan akışına uygun düşmemektedir
Depozitonun mahsubunun, tahliye edilmiş olduğunun kabulü
Bir kiralayanın mecura verilen hasar bedelini depozito bedelinden mahsup etmeden kalan kira alacağı için ihtarname çekmesi ve icra takibi yapması hayatın doğal akışı içerisinde kabulü mümkün görülmediğinden bozma ilamına karşı önceki kararda direnmek gerekmiştir.” gerekçesi ile direnilmiştir.
Kural olarak kiracı anahtar teslimini ispat etmek zorundadır. Ancak somut olayda davacı kiraya verenin ....04.2012 tarihinde taşınmazda tespit yaptırması, davalı kiracının 30.....2010 da taşınmazı tahliye ettiğini savunması, davacı kiraya verenin dava konusu olmayan daha önceden başlattığı 08.....2010 tarihli icra takibinde Mart 2010 ayına kadar olan kira bedellerini depozitoyu mahsup ederek istemiş olması hususları hep birlikte değerlendirildiğinde davacı kiraya verenin davalı kiracının taşınmazı 30.03.2010 tarihinde tahliye ettiğini zımnen kabul etmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Sözleşme içeriğinin, diğer hususlar ile birlikte hayatın oloğan akışına aykırı olması
Somut olayda, her ne kadar ibraname niteliğinde olan fesihnamede, tarafların bu sözleşmeye dayanarak ileride hiçbir hak ve alacak talebinde bulunmayacakları yazılmış ise de; sözleşme uyarınca hiçbir menfaat sağlamayan davacı arsa sahibinin, davalı yükleniciye geçen tapu kayıtlarını geri isteyememesi hayatın olağan akışına aykırıdır. Bu durumda yükleniciye geçen tapu kayıtlarının eski hale getirilmesi gerekmektedir.
Mahkemece, davanın kabulü yönünde verilen ilk karar, Dairemizce “ ….hizmet tespitine yönelik kabulün, yerinde olduğu; ancak, ücret yönünden, çalışma olgusunun her türlü delille kanıtlanması olanağı bulunmakla birlikte; Hukuk Genel Kurulu’nun 2005/21-409 Esas, 2005/413 Karar sayılı kararında da belirtildiği üzere ücret alma iddialarının yazılı delille kanıtlanması zorunluluğu bulunmaktadır. Ücret miktarı HMK’nun Geçici 1. maddesinin ikinci fıkrası delaletiyle HUMK 288. maddesinde (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 200.maddesi) belirtilen sınırları aşıyorsa, tespiti gereken gerçek ücretin; hukuksal geçerliliğe haiz olarak düzenlenmiş bulunmaları kaydıyla, işçinin imzasının bulunduğu aylık ücreti gösteren para makbuzları, banka kayıtları, ticari defter kayıtları, ücret bordroları gibi belgelerle ispatı mümkündür. Yazılı delille ispat sınırın altında kalan miktar içinse tanık dinletilebilir. Tespiti istenen miktar sınırı aşıyor olsa bile, varlığı iddia edilen çalışmanın öncesine ve sonrasına ait yazılı delil başlangıcı sayılabilecek belgeler bulunuyorsa da tanık dinletilmesi mümkündür. ..” gerekçeleriyle bozulmuştur.
Mahkemece, bozma ilamına uyulduğu halde, bozma gereği yerine getirilmeksizin, Yargıtay 21. HD nin 2013/4970-20144958 sayılı kararını dikkate alarak davacının, üniversite mezunu olması yabancı dil bilmesi ve işyerinde ihracat bölümünde çalışması gibi hususlar birlikte değerlendirildiğinde, 2.000. TL. ücretle çalıştığı hayatın doğal akışına uygun olduğu gerekçesiyle, davanın aynen kabulüne dair hüküm tesis edilmesi isabetsizdir. Yukarıdaki yasal düzenleme ve açıklamalar ile ortaya çıkan maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulduğunda, mahkemece sigorta primine esas kazanç tutarı konusunda öngörülen yönteme uygun inceleme ve araştırma yapılmaksızın istemin kabulüne karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.